tahta kapıların gıcırtısı örümcek ağına takılı
kırık camların ardında perdesiz bir
sessizlik
daracık sokakların kocaman anıları
çığlıksız
karanlığın gölgesinde
zifiri efkârım
sarmaşık gülleri
el bende köhne zaman
sensin ebe emenimde
karanlık yürüdü aydınlığıma
küçük adımlarım büyümüş
yüzleştim eskilerimle
çaresizlik çöktü
düşlerimin sarhoşluğuna
sokaklar sessiz
kimsesiz büyüyen körpecik yüreğin
ağıdı yakılır
avluda
sokak lâmbası
bizsiz
anlamsız nöbetinde
kimi bekler halâ
kimler gelecek sanır
vefasızlık
onuruna ters gelir
dayanır
evime yürüdüm
odamda
yastıklar ganimet
takunyalar kaygan
anam başımda
kesesi sırtımda
huysuzlansam
hamam tası yola getiriyor
oh ne güzel
kapının eşiğinde
kısa pantolonlu
beni gördüm
çil çil yüzüm
sarı saçım
kirpiğimde
bir elim parmaklıklara asılı
in dedim
babana bir söylesem
uykular erken çalar kapını
uyan sevgi, koş heyecan
nal sesleri duyulacak birazdan
atçı kadir “hörssttt!” diyecek kapı kapı
çöpler gidecek
seher teyzenin penceresinden
bir türkü sinecek mahalleye
“dane dane benleri var yüzünde”
iri bardaklar kaşık sesine karışacak
dünden kalan yaşam ayaklanacak
ve biz, gazoz kapakları torbalarda
emenlerin gerisinde
ve biz, kent golden artistleri elimizde
çarpmalı, toplamalı bir köşede
ve biz, pekmez kapağından tamtamın
ahenkli ritmlerinde dansta
ve biz, kavak dallarından ok ve yayla
vakıf çimeninde oturan boğayla
ve biz, tekelin bahçesinde
bahçıvana inat çiçek koparan
ve biz, bayraktar ali’nin kargasında
mahalle korosuyla türküler okuyan
ve biz yeni heyecanlara gebe
çocuk yüreğimizle
yaşamın her yerinde…
babamın istanbuldan getirdiği iskarpinler
siyah iskarpinlerim
ilk göz ağrım
azize teyzenin kapısında
ne güzel de dururdu
hani ya istanbuldan gelmişti
ilk iskarpinlerimdi
benimdi benim
ah !
kelepçeli sandaletim
kaç yüz değiştirdi
kimbilir
kaç mevsimdir
‘kukku’
gizlendi
dizimdeki düşük
dirseğimdeki nasır
iliğime işledi
evler aynı
insanlar yürüdü
sofalarda
kapılar göçtü artları sıra
sustu herşey
eski çığlıklar yok
çocukluğumun çocukları yok
emenler silik
pokuç taşı bel vermiş
tombala darmadağın
ne esma ana’nın kovalamacası
ne de veciye teyze’nin azarlaması
üzmüyor küçücük yürekleri
yürekler eskiye sevdalı
yansın
akşamların yorgun uykusunda
öfke yumak yumak aksın
yumuşasın
cıvızla likka
kon kafamıza
tartakla
erkekliğin varsa
koşaralı’nın kaldırımında
dülüğün bayırında
beni yakala
evler aynı evler de
fatmalar, cemiller
semalar, haskızlar
nerede?
kadife sarısı
muşmula ağacı
küskün
boynu bükük
sitemkâr
taklalar attığımız dalları kopmuş
arakladığım incir ağacı
bize ömür
çoktan kurumuş
pembe evin duvarı anı tahtası gibi
şampiyon trabzon kocaman bir ts
postacı osman çantasını omuzlamış
şehrin postası dağılacak
abbas abi’nin gözü bizde
ya başımıza bir sikke vuracak
ya da sırganlığa atacak
molla osman inşaatında
rukiye ana ona yardım ediyor
esvet teyze çığlık çığlığa
türköz hoca öfkeli
ferda kapıda mermi gibi
gazozcu ayhan’ın evinden
çiçek kokuları sarmakta heryanı
salkım salkım dallar bembeyaz
serçe kuşları saçak altında
ve kardan adamlar bahçelerde
boy boy ellerinde süpürge
kömür gözlüm, havuç burunlum
bir şeyler mırıldanıyor
gece olur ay ışığı görünür
bahçelerde kardan adam direnir
soğuktur oysa gece
buz gibi ayazdır
çocuk gözlüm
sımsıcacık yürek üşür de
karanlığın gölgesine sırt verir
sabah olunca potinler
siyah potinler dize kadar
bir çift eldiven
bir kardan adam, bir kartopu
çığlık çığlığa hepimiz
ve kuş lastikleri gergin
çulluklar, bozbakallar can pazarında
ve lehenler renk renk
vakıfın bayırında
sıra kimde hoppalaaa
akşam olur babamız işten döner
bir ellinde filesi, diğerinde sefer tası
bizim ellerimiz cebinde
gavze’nin dükkanından hacıbadem getirdi
her birimize
bir kese de akide sarısından-kırmızısından
oturma odamız vardı
soğuk kış gecelerinde ısıttığımız
oyunlar oynadığımız, kaynaştığımız
televizyonumuz yoktu
girmemişti yaşamımıza
tombala vardı çinkolu
dağ-nehir-şehir vardı
bilgilerimize jimnastik
canımız sıkıldıkça defter kenarı süslerdik
kitaplar okurduk
ne güzel düşler kurardık
ne temiz duygular akardı içimizden
yorgun bedenimizin ağır neferi
ah o yer minderleri
fırınlı sobada patates
anamın çörek kokusu, ziliftası
baklalı tarhanası bir tabak daha lütfen.
uyku zamanı şimdi, tavanda birşeyler asılı
konuşanın ağzına düşecek
bir iki üç “tıp” herkes suskun
birileri gıgır gıgır yorgan altında gülecek…
anamın kedileri vardı
bir keresinde otuz saymıştım
adlarını bile bilmezdi
gün akşama dönerken
eriğin dibinde bir kedi konçertosu
bilirlerdi zamanı
bir anamı tanırlardı
bir de o’nun “gel pisi pisi “ sesini
anam, bir bize yemek hazırlardı
bir de kedilerine
salla salla omuzları
bir adımda öne fırla
anambabamın ayla
güğüm dibinin karası yüzünde
fatma’yı oynuyor
küçük harman kahkaha dolu
bir taraf gözyaşı
son gün son eğlence dostlar
anambabam mahalleden gidiyor
çöz makarayı çöz çöz
sar makarayı sar sar
sesimiz avaz avaz
alda vur, panik atak
yakantop daralanda kendini kovalamaca
bir top tutuş, bir can demek
yükselen topun istopu
herkes dursun
birileri ile paylaşmak zaman
ortak olmak sevinçlere
yarışmak, yarışarak yaşamak
yaşamı renk renk
zamana işlemek dantel gibi
köy öykülerini şöhret ana anlatırdı
kalın sesi abartılı cümlelerle
bir alicik vardı diye başlardı her keresinde
yeter teyze haftalık
köy raporu sunardı
havva nene mahçup bir köşede
yemek davetine sessiz
yiyın uşağum ben kalani yerım
ne alçak gönüllülük öyle
holku’lu halamız vardı
dört kocalı hürmüzümüz
biraz yorardık sevgisini
anlat halam derdik
kocalarının öyküsünü
dört leşi vardı geride
ah fakirlik, ah gariplik
ne öyküler yeşertir böyle
Gün uyanmadan biz uyanık
bekçi düdükleri sokak sokak seyrinde
bugün pazar
bugün peynirli günü
bir kase peynir, koca bir tepsi
veysel’in fırınına nöbete
sıram mı geldi ?
ne kalabalık bir aileydik öyle
ali’den olma ve emine’den doğma
meryem, erol, beyhan, atilla
cemalturan ve birgül en sonra
tamı tamına 8 peynirli
hamurun var mı usta
iki tophane, ha bir de kıymalı
biri tereyağlı olsun
ikisi sana
harmanın köşesinde
küçük hey
canlar
küf tutmuş
kavgaları barıştırdım
inadına
mezar çiçeklerinden bir demet
bir demet de mart çiçeği
sundum da sahi
geceleri yaran çığlıklar
arkadaşlarım hani ?
ah karantina
dargınsın hissediyorum
merhaba!
kaldırımlarına
çamuruna
çocukluğuma
bize miydi öfken
yatağına sığmaz
taşardın
yoksa bize söyle ha
naz mı yapardın ?
vakıf çimeninde
güneşe dayanmış
kadınlar örgü örüyor
kimi çeyiz yapıyor
kimi çocuğuna kazak
kimi kaneviçesini alacalı
zeytin ağaçları
tahta köprü
ezgili
bozbakallar/
çulluklar
ekmeklerini çamuruna banan
yitik avcılar
hani nerede
hoşçakal karantina
metinleri, beyhanları
unuttun ya
yazıklar olsun sana
gelsene metin
siz de
cemil, osman, hayati
hani kukku oynayacaktık
hani eşli ebe
tek ayak
istanbul taklası
kaç kişi olduk ?
kazan patladı
kazan patladı
yüreğim darmadağın
sakın ha annene görünme
çantanı salıver bir kenara
açlık yok
unutulacak
zakudalar ne tatlı oysa
bir parça ekmek
akşamı bulacak
karayemiş
salkım salkım
emine nenenin
şeftalileri nöbette
taşlar arka bahçeden
inmekte
imamın evinde bir telaş
bir bağırtı bir kavga
ağırında ineği bağırmakta
buzağı yolda
memiş yakantop oynayacağız
likka fatma kovboyculuk
ayliya’da, kibar’ın çamlığında
piknik kuracağız
abeda deresinin yukarılarında
balık tutacağız
kırlangıç kıranı’nda
düğün bombası patlatacağız
mısır püskülünden sigara
tüttüreceğiz öksüre öksüre
Kör kiliti kurcaladı
zaman
kara mizah
kalemimi kutsadı
kimsesiz gecenin
gölgesinde
hamam böceği
örümcek ağında titrek
çaresiz
yarasa çelik bakışlı
sortide
mika toplar
mahalle maçı
hamam çimeni
çolak ibrahim seçmede
karpuz sergileri
ağaçların altında
serin
ulu çınarın gövdesi
delik deşik
elbiseler sergide
osmilli’nin düdüğü
kara haşmet gol sevincinde
şermin’in osman kıvrak
cruyf ali kemal seri
porsuk mehmet çizgide
makarnacı mehmet
dürbinar’ın kalesinde
“ya ya ya şa şa şa
granba granba çok yaşa !”
turnuva heyecan dolu
kazım kolot kulübün terasında
gözü futbolcularda…
fişlağın hüseyin
tütünspor’un herşeyi
misiroğun mehmet kahkaha makinası
kanoğlu ayhan sevdalı
köfteci pirali nihavent makamında
leon aydın’ın dizeleri
“renklerimiz kırmızı beyaz
rakibine acı biraz
türk sporuna ismini yaz
şen ola sebat şen ola !…”
şenola!…
süslü ali’nin gazinosunda
zehra bilir konseri
kadınlar plajında sessizlik
beşinci kaya yüzmenin zaferi
rus iskelesinin iskeleti
midyenin en verimli yeri
yüzmeyi bilen için
iskele-plaj seferi
ıslak vücuda zagor amblemi
dolup taşan kıyıda
yokolup giden anılar
şimdi bir nostalji,,,
sinemanın önü kalabalık
gözler afişte
“yumurcak” iş başında
“turist ömer” arenada
tarkan kurt ile kılıç sallamakta.
bilet 1 lira o da yok ya
ah biletçi salih bir uyusa
hop içeri
karış kalabalığa
sinemacı adnan amca
reklamında
mahalle mahalle afişlerle turlamakta
“bu gün saat 11’de
iki matine birden…”
ömer abinin sesi
hasan abi kontrolde,
karaman büfede
simitler, kolalar
10 dakika ara…
“ver beş lira”
deli ismet kaldırım turunda
saydıkça çoğalıyor
deli zeki kalabalığın ortasında
“ahmet aga at beni köye”
bütün erkekler ahmet
“deli şakir sen misin
tuz kavurdum yermisin “
koca bir öfke dönüyor
taşlar topsakal zeki’nin damına iniyor
patika yollar nefes nefese
korku dolu adımları sürüklüyor…
borazan mehmet, elleri arkasında
yine çeketi şişkin
belli ki odun topluyor
“maaş alamayirım,
bizim uşak vuruyi beni
para istiyi para”
esnaf seyirde
borazan darda.
sandıklar kirada
evliya hüseyin dükkanında
elinde bir çeket
yırtık örüyor.
hurdacı abdullah
paşa aga ile sohbet ediyor.
çapulacı mehmet
tutuk lastik satıyor
ucuzundan
hastanenin önünde
hamal temel ve mustafa
akçaabat’ı taşıdılar yıllarca
güleç yüzlü
mizah sözlü
durali, osman aga, koreli
unutulur mu hammaliyenin
bu isimleri.
şeker usta’nın fırını
köşe başı
ali osman aga
heykelin önünde nutuk atıyor
“sofra balığı, sargan, istavrid
hükümetin önünde balıkçılar
balık satıyor.
tüpçü zeki sezgin
gazetesini okuyor.
gözü yolda
kadir usta’yı bekliyor.
bir gürültü, bir toz duman
gıvgıv hoca geçiyor.
hasır örgülü tahta sandalye
keyifsiz
ağacın gölgesinde
muhabbetler
teselli gibi
acı bir kahve
hani kırk yıl hatırı vardı
misafirlik televizyon tutsağı
yaşam çelişki yumağı
sar bitmez
kültür çatışması
saygının ötesinde
hey ! ne oluyoruz
uzun alinin bahçesi cıvıl cıvıl
emenler çizik
tommiks, teksas
halkalar
küçük havuzun yosunlu cehresinde
batıp çıkan
kırmızı balıklar
kurt kafesinde
karaca sevgi gözlüm
keklikler renk renk
tahta sandalye kıcırtısı
bir ihtiyarın kaçak dumanı
ağır ağır
tütüyor
tahta direğin hoparlöründe
saat bir
ajans başladı
ordumuz beşparmakta
“Ayşe kırlara çıksın.”
çay iki oldu
hop düşeş, buna mars derler
ne oldi yıkıldi mi fadimenın yüku
sen işuğan bak
herifisan oturursun karşima
bir muhabbet
bir kahkaha…
boyacılar senfonisi
boyayalım abi
parlamazsa para yok.
köşe başında
dilsizin kozası
dövme dondurması
damağımda
şosede kör aşık’ın sesi
ağanoğlu yol aldı
godik sabri sırada
kalkıyooor
akcamiinin önünde
bitmeyen çağrı
şiniğe,politaya,muzuraya
hanın önü mahşeri
eşek anırıyor
at kişniyor
hancı semer örüyor
yollar seyre durur
atlar yola çıkar erkenden
katırlar da
katırlar tütün yüklü
soluklanır serinde
galanima harekete durur
selamlar karışır kırbaç seslerine
akan yaşamdır kasabaya
akan zamandır deli gibi
tütün gelir, ağaç gelir, mısır gelir
kantarlar kilo indirir, kilo kaldırır
hamallar kan ter içinde
ekmeğe uzanır
bir efendidir dillerde
bir saygı, bir hoşgörü
gün ali çavuş’un kahvesinde başlar
hurşitin kahvesinde uzar
akşam olur yollar dolar,
köye döner yolculuklar…
salı pazarı tarihi seyirinde
günden önce sokaklar şenlik
set set kara lahana
çömlek yoğurtlar sere serpe
alacalı fasulye göz zevki
yer peyniri kokulu
mis gibi tereyağı gelin gibi
yongacılar çıra getirmiş yine
biraz da çam sakızı komar yaprağına sarılı
küçük meyva sergileri branda kaldırdı
kıpkırmızı misket elmalar
küçücük ama sulu
küçücük ama yedikçe yenilen
acı bir ses yarıp gelen
destancı destan okuyor
destancı destan satıyor.
sergici esvet kadın
sigarasını dumanlıyor
salı pazarında kadınlar
kadın pazarında tarih yazıyor
17 şubat kitapevi
halim hoca
aydınlığın önünde kapı gibi
“hocam erkan ocaklının son plağı;
hocam günaydın, bir günaydın lütfen
hocam mandolinlerimiz geldi mi
hocam hocam hocam
kitaplar raflarda dizi dizi
hiç unutmam hasan izzettin dinamı’yu
savaş ve açları, kutsal isyanı
kemalettin tuğcu’nun köprü altı çocuklarını
kimsesiz adamını,
sek sek dergisinin bilmem hangi sayısında
sek sek kulübü üyeliğimi
hayat dergisini, ses dergisini
doğan kardeşi
taner’in sakin, alp’in uykulu gözlerini
bir pikap iğnesi hocam…
hacımusaoğlu çeşmesi
sarmaşıkların
gölgesinde
müzisyen ali gitarın
tellerini okşuyor
bir tatlı melodi
dürbinar’ın kızları
doyamadım aşktan yana
tatlı, ürkek nazlarına
cemal azmi foterli
göğsünde günün çiçeği
elinde çantası şehre iniyor.
kalaycı sefer kepenk vurmadı
körük sesi ıslık
örsün öfkesi belde
demirci hacı pazu peşinde
karakolun penceresi örtülü
birileri telaşlı
daktilo sorguda
mimozalar saçak saçak
şerifin kemal’in gofle dükkanında
yığciğun hasan’la
elde var bir
iz iz duvar
sandıklar kantarda
bisikletçi rasim
hava vurmakta
okulun bahçesi cıvıl cıvıl
koca çınar ağacı
nöbetinde
baloncu bayram ağacın dibinde
çantası renk renk
el örgüsü çantada çitlembik
kaçı kaç para
keşanlı kadının
alacalı şekerleri
elimde
cam gibi
hademe
asiye’nin gözü saatinde
elinde zil kapı eşiğinde
okulun bahçesi hareketli
doksandokuz yüz
önüm arkam soba
istanbul taklası
sıra bizde
al satarım bal satarım
ustam ölmüş ben satarım
arkasına bakana dayak atarım
alaylar bulaylar
top top saraylar
kocaman bir halka
avaz avaz
çatla da patla makarios
kıbrıs bizim olacak
bir çocuk çömelik
ağlıyor
vakit tamam çocuklar
zil çalıyor
burhan öğretmen film sarıyor
sinema hazırlanıyor
sinema salonu tıklım tıklım
perdeler çekilmiş
ayşecik ve yedi cüceler oynuyor
susun çocuklar film başlıyor
dışarıda körler gelmiş yine
hoşgelişler ola
mustafa kemal paşa
bugün bize hoş geldiniz erenler…
siz de hoşgeldiniz
safalar getirdiniz.
sambaz ipin üstünde
suklalar renk renk
biz pür dikkatte.
merkez ilkokulu eğleniyor
yine vosvosu kapıda müdür neşat’ın
idris hoca koşturuyor
hademe ismet yaramı sarmakta
çam kozalağı kaşımın üstünde
necla öğretmen
öğretmen gibi öğretmen
ana sevgi
sıcak sevgi
sevgi gibi sevgi ekiyor içimize
aydınlığımıza yürüyor
elinde kemanı
ruhumuzu okşuyor
yetim sevgi boyalı parmak
çarşı pazar dolaşacak
bugün salı yine
şaban’ın boya sandığı kapıda
necla öğretmen duygulu
bilgi silahları çekili kınından
sınıfta sıralar siper
“yoğurt ak mı karamı”
koca bir düello
ece, emrullah, atilla beşe
ak yoğurtun peşinde
ayfer, ilhan, aziz,
kara kanıtın izinde
kümeler heyecanlı
bizler alkışlarla moral takviyesinde
defterler açılır, notlar anımsanır
ve sonunda bilgi kazanır
biz bilgiyi…
yeşili yaran nar çiçeği
eski evin saçağına
yüzünü dayamış
sımsıcak
gözü pencerede
ne ses veren var
ne dalını yoklayan
sadık dayının incir bahçesi
torasanı, patlıcanı
ısırganlar
çömelik duvar dibine
el açsalar
sadaka kim verecek
ellerimizde sızısı
gece boyu
acıyı yutar
sızlanmazdı
şadırvanlı cami avlusu
sende kaldı
çocukluğumun
can parçası
esma anası, arif dayısı
pokucu, tombalası, körebesi
küçük heyecanların
hepsi
al kirazım
bal eriğim
fikriye teyze’nin beyaz gülleri
özlemlerim…
çocuklar karşıda
çöpçü ali’nin
mereğine saklanmakta
yüksel’le, coşkun’la
saçımızda tavuk tüyü
kavak dalından yay ve ok
pekmez kapağından
tamtam
bir eski türkü
hiç çember süremedim
beceremedim işte
artist oyununda
hep kaybettim
72 tarık akan
67 emel sayın
97 devlet devrim
çarp-topla
golden-kent sakızları
tezgahta
ah harçlıklarım
tuzakçı ali karda
mileler emene
bir konar
bir kalkardı
hırsım
ona akardı…
sarı badana
cumbalı evler
sevgi ekip
sevgi biçtiler
bir gece
eskime aktı düşlerim
ağladım
çöktüm olduğum yere
çocukluğumda uyuya kaldım.
Satırlarda asılı kaldı düşlerim, çocukluğum…Sokak lambası ne de önemlidir. Akçaabat ve anılarım zihnimdeki salıncakta küçük bir kız çocuğu gibi sallandı